2 Ekim 2015 Cuma

Bir Röportaj Hali...


Yine yazmalara verdiğim kısa bi aradan sonra herkese MERHABA!
Öncelikle bu sefer duygusal yazıların, geçmiş ama akıllarda kalan anılarımdan sıyrılıp farklı bir yazı için kollarımı sıvamış bulunuyorum
Efendim hemen açıklayayım;
Yayınlarını yakından takip ettiğim Emre yani nam-ı diyar Emre “Crow” Erçetin beni kırmayıp röportaj teklifimi kabul etti… Peki kimdir bu Crow dediğinizi duyar gibiyim. Eh amacımda sizlere tanıtmak değil mi zaten  Lafı fazla uzatmadan röportaja geçelim diyorum
                                    


                      _   KEYİFLİ OKUMALAR !!! _


 "Hayat yaşayarak yaşanır ,okuyarak pekişir ve nefes alarak sürdürülür 
                                              ot gibi bir yaşamaya karşıyım."                                    




Gizem:  Öncelikle beni kırmayıp geldiğin için teşekküre derim

Emre: Rica ederim ben teşekkür ederim

G: Hazırsan ısınma turlarına başlayalım diyorum

E: Tamamdır.

G: Öncelikle bize kendinden bahseder misin? Kim olduğunu bir öğrenelim?

E: 24 Ocak 1992 istanbul doğumluyum. Hayatımın yaklaşık 23 yıllık dönemini tüm standartlara aykırı olarak yaşamış biriyim. Bundan 4 yıl önce Abant İzzet Baysal Üniversitesinde Kimya bölümünde  eğitim görmeye başladım başladım bir kaç yıl sonrasında yaptığım işlerden dolayı İstanbul'a dönmem gerekti  eğitimime Sakarya Üniversitesine  geçiş yaparak kaldığım yerden aynı bölümle devam ediyorum.

G: Peki  Emre neler yapmaktan hoşlanırsın?

E: Hobilerine bağlı bir adamımdır. Buna bağımlılık da diyebilirsiniz, hobiler benim için iş kadar önemli. Çünkü; Beni ben yapan şeylerin hobilerim olduğuna inanıyorum Hatta şöyle bir söz vardır “Dış görünüşümüzü biz seçemeyiz ama karakterimizi biz belirleriz” benim karakterimin belirlenmesini sağlayan şeyler de hobilerim… O yüzden hobilerim benim için cidden önemli. Nedir bu hobilerin derseniz; Yazılımcı bir Annenin oğlu olduğumdan dolayı yaklaşık olarak  4 yaşından beri gelen bir teknoloji hayranlığım var.. Zamanla bu hobiye ek olarak video çekimleri (vlog), fotoğrafçılık, amatör ruhla yaptığım müzik projem ve extreme sporları da ekleyebilirim  yani özetle hobilerine bağımlı kimya okuyan bir adamım..

G: En başta ben biraz online oyunlar hakkındaki sorulara yönelmek istiyorum; Sen online oyunlara ne zaman ve kimin sayesinde başladın?

E:  96 senesinde  bilgisayar ile başlayan oyun dönemimde büyük kuzenimin bilgisayarı ile 4 yaşında Carmageddon Ve Fifa oynayarak başladım tabi bu bilgisayar oylarına başlangıcım oldu. Daha eskilere gidecek olursam 95-96 senelerinde Nes, Atari, Commodore 64  gibi bir çok konsol platformunda oyunlar oynadım. Ama genel olarak oyun kültürümün oluşmasında büyük kuzenimi katkısı var, temeli o attı ve bende üzerine koyarak ilerledim…

G: Online oyun hakkındaki düşüncelerin neler?

E:  Aslına bakarsan benim online oyunlara fazla sempatim yok . Ben direkt senaryo aşığıyım. Bu film olsun oyun ya da kitap olsun yaptığım şeyin hikayesini bilmek isterim. Moba oyunları nedense hiçbir zaman sevemedim. Online oyunların hikayesi olanlarını tercih etmeye çalışıyorum . Yani online olarak oynadığım ne var derseniz World of Warcraft, Star Wars The Old Republic, Lord of the  Rings Online gibi oyunları seviyorum.

G: Çocukluğunda üzerinde büyük etki bırakan, yine olsa yine aynı heyecanla oynarım dediğin oyunlar var mı?

E: Var olmaz mı  Çok net hatırlarım 90’ların sonu 00 başları hemen hemen 7 yaşındayken benim  bütün oyun kültürümü oluşturan  Half Life ve Fallout ile tanışmam, yani birinci gözden aksiyon ve rol yapma oyunlarıyla tanışmam oldu. Bu ikisi aldı götürdü ve her şeyi değiştirdi. Hatta Fallout'un öncesinde çıkan  Wasteland diye bir oyun var Falloutun atasıdır kendisi ben direkt onunla başladım Fallout'tan önce ...

G: Takdir edersin ki çoğu güzel oyuna para yatırmadan oynamak imkansız gibi, bir şey bu konu hakkında ne düşünüyorsun?

E: Belli bir yaşın altındaki insanlara da ailenin kontrolü altında oynanan tüm  oyunlarda zaten belli bi yere kadar yapılan yatırımın üstüne geçilmez. Gidip misal bir League of Legends oyununda kostüm için üzerine aşırı bir meblağda skin almaya para yatırmak yerine paralarını orijinal  lisanslı oyun, program, orijinal kitap almaya  yatırsınlar. Benim şahsi görüşüm yatırıyorlarsa da oyununa göre değen bir oyuna para yatırmaları doğrultusunda ancak belli bir yaşın üstündeki insanların kendi karar mekanizmaları olgunlaştığı için onlara buradan yorum yapmam yanlış olur. 

G: Çağımızın hastalığı binevi bilgisayar başında oyunlar ile aşırı vakit geçirmeden dolayı oluşan “asosyallik”. Peki seni oyunlar asosyal yaptı mı?

E:  12 yaşıma kadar asosyaldim, lise hayatımda müzik ile tanıştım 15-16 yaşlarında müzikle tanışınca da bu sefer fazla sosyal olmaya başladım ki bu da zararıma oldu. Üniversite döneminde( 2 sene önce) müzik konusunda hızlı gidip bilgisayarı biraz geri plana iterek asosyallikten kurtulduğumu zannetmiştim fakat farklı bir asosyalliğe itilmiştim; Sadece bilgisayarı asosyal unsuru olarak almamak lazım, sadece fotoğraf çekiyorsanız fotoğrafçılıkla asosyal olmuşsunuzdur, çevrenizde sadece bununla alakalı şeyler olur. Yani online bir ortamda tanıdığın kişiyle ya da fotoğraf, müzik çevresindekilerle de sosyalleşirsin ama tek bir çevren olur buda kendi içerisinde bir asosyaliktir zaten.  Olayı sadece bilgisayara yüklememek lazım özetle sadece tek bir şeyi yapanların hepsi asosyaldir tabi ki bu benim görüşüm. Sadece bir şey yapmak yerine kendini bölümlendirir ve bir düzene oturtursan, bunları hayat amacı değil hobi olarak yaparsan o zaman asosyal falan olmazsın çok yönlü olmak demek çok fazla insanla tanışıp tecrübe kazanmak demek bu da ilerleyen dönemlerde insanların pozitif sosyallik olarak döndürebilirlerse çok işlerine yarayacaktır.

G: Buraya kadar hep pc oyunları üzerinden konuştuk ama hepimizin oyuna başlaması konsol oyunları sayesinde olmuştur.. Senin konsol oyunlara ilgin ne düzeyde ve şimdiye kadar kaç konsol oyunun oldu?

E: Yaşım 23 ama 32 yaşındaki adamlar kadar  oyun kültürüne sahibim Commodore döneminde Sensible Soccer oynadığım dönemleri bilirim onun dışında Nintendo'da Mario oynadığım dönemler oldu ki hala Mario fanıyımdır aynı şekilde Zelda da benim için öyle..Nintendo  bir nevi butik gibi; Herkesi bu kadar kapsayaran ama bu kadar oyun kültürüne sahip olan insanları bir arada toplayan başka bir firma yok yani Nintendonun benim için yeri özeldir…

G: Hala oynamaya devam ediyor musun?


E: Oda düzenlememden dolayı Nintendoya dair olan ürünlerimi hep arşive kaldırmam gerekti, o yüzden şuan oynadığım bi ürün yok.. Ama kuzenime verdiğim bir Nintento Wii var hala oradan açıp eski Zeldaları oynadığım oluyor yakın zamanda da 3DS alma planlarım var.

G: Ben birazda Streamerlık ve Youtuberlık olayına değinmek istiyorum izininle...

E: Tabii.

G: Youtuberlığa neden nasıl başladın ve ne kadar zamandır bu işini içerisindesin?

E: Ben yaklaşık geçtiğimiz yıl haziran ayında Youtube işiyle başladım yine haziran aylarında şu anki yayın yaptığım kanalı kurdum ama Youtube maceramın üzerinden 4 sene geçti.. 4 sene önce ortada kimse yokken bir kanal denedim fakat yaptığım işi beğenmedim onu kapattım, sonra 1 sene boyunca araştırıp bir daha denedim ve sonuç; yine kapattım yani 3 tane kanal eskittim özetle ben şu anki kanalımı bu hale getirene kadar yayındaki görüntü kalitesinin (bitrate)  kodlamalarından tutta  video kodlamalarına kadar 3-3.5 senemi verdim bir altyapı oluşturdum. Hayatımdaki taşları yerine koyduktan sonra geçtiğimiz haziran ayında bu işe başladım. Başlarda tabiî ki de bocaladım.. Şuan da da bu iş sayesinde tanıdığım birçok dostum dediğim insan var hayatımda bu zor dönemi beraber atlattığım. Youtube’a oyunculuğa dair her şey kafasıyla çıktım; ekipmanlardan  tutta oyun videolarına kadar.. Kanalımın adı Crows Gamer Channeldı  kanalımın adını Recep Emre Erçetin’e çevirdim ve kanalımın bir mottosu var “Bu kanalda her an her şey olabilir” Yani fotoğrafçılıktan tutunda, oyuna, bilime, müziğe mobil cihaz incelemelerine, yazılım donanımlara kadar her han her şey olabilir ve bu kanalın adı Recep Emre Erçetin ise bu kanal beni yansıtmalı düşüncesindeyim.

G: İlk Twitch ile mi başladın yoksa Youtube üzerinden videolar çekip sonradan Twitche mi yöneldin?

E: İlk Youtuber ile başladım, Youtuberlık yaparken şunu fark ettim ki Türkiye'de oyun oynamayı izlemeyi seven 7’den 70’e  bir kitle var. Elinde ekipmanları olmayan kesim ise daha çok oynayanların oyununu izlemek isteyip yayıncıyla iletişim haline girmek istiyor. Bir gün dedim ki  “Youtubeda tek başına oyna videosunu çek keyif almıyorum, başkalarınla oynayınca oyun oynamak daha zevkli  hem oyunu oyunculuğu ve oyun kültürünü elimden geldiğince aktarmaya çalışırım hem de kanalda da farklı şeyler yapabilirim” düşüncesiyle Twitche başladım. Bir diğer mottomda Youtube ve Twitch için geçerli olan “ 1 kişi ile 1000 kişiye yaptığım yayının arasında hiçbir fark yok, ben 1 kişiye de aynı yayını yaparım 1000 kişiye de..” diye.. Kanala bot atanlara bir nevi bu mottoyla tepki olarak başladım Twitche sonrasında güzel bir kitlemiz oldu aile gibi olduk güzel bir muhabbet ve sohbet ile iletliyoruz…

G: Yayınlarının ve çektiğin videoların içeriği nedir?

E: Yayın içeriğim oyun kültürünün insanlara aktarılabileceği şekilde olan tüm oyunları kapsıyor.

G: Bir canlı yayından beklentilerin nelerdir?

E:  Beklentim sadece chat panelini akması bir kişi bile olsun orada yazsın bana o yeter, trollemesin kurala uyarak yazsın chat aksın hepsi bu.  

G: Twitch yayınlarını Youtube projesini beraber götürdüğün arkadaşların var mı?

E: Bakıldığında pek bir şey gözükmese de bu projelerin arkasında taş gibi bir ekip var. Gerek arkadaşları ve dostluklarıyla. Tasarımları yaparken akıl aldığım büyük kuzenim var , web sitemi yaparken akıl aldığım diğer bir kuzenim var. Bunların dışında ise Burak ve Berk var kendileri “kardeşim” dediğim kişilerden. Birde şimdi yeni yeni kurmakta olduğum bir moderasyon ekibi var tamamen gençlerden oluşan ancak genç dediğime bakma inan hepsi birer canavar. Kanalın sahibi ben gözüksem de arkada ekip ile birlikte ilerliyoruz…

G: Senin için çok izleyici az chat ortamı mı yada az izleyici durmak bilmeyen chat mi yoksa ikisinde de denge arayanlardan mısın?

E:  Kesinlikle denge

G: Genellikle yayınlarda bir Ddostur Droptur muhabbeti alıp başını gidiyor. Peki nedir bu terimler? Yayınlarında hiç başına geldi mi?

E: Ddos yayıncının interneti üzerine yapılan ping saldırısıdır. Online oyun oynayan ve online yayın yapan insanlar belli serverlera bağlanırlar bu serverlarla bilgisayar arasında bir paket alışverişi vardır, internet aslında fiber yada bakır tellerle birbirine kodlanmış paketlerin transfer edildiği bir sistem. Servera seninle server arasındaki bağlantıya  ping saldırısı yapıp senin ağdan kopartıyor. Drop ise yayınlardaki takılma donma yani duraklamadır. Atlanan kare de diyebiliriz.. Saniyede 60 kare veren yayın droplarsa saniyede 60 kare atlanması demektir. Canlı yayın ayarınızla bilgisayar ayarlarınız uyuştuğu gibi açılan oyun sistemle uyuşmuyorsa drop alınır, internet yavaşlarsa da drop alınabilir… Zamanında bende ddos yedim yapanı yakalayıp canını da okudum bu arada bunun dışında drop olayını da yaşadım ve uzun bir süre yayınlara ara vermem gerekti. İnternetimin ve bilgisayarımın belirli ayarları tutmamasından dolayıydı bu drop olayı şimdi elimde çok daha güzel internet ve sistem var o nedenle sorun yaşama durumum kalmadı gibi bir şey.

G: Çoğu izleyicin senin nasıl bir bilgisayardan yayın yaptığını sistemini merak ediyordur elbette, bir kere de buradan sistemini öğrenebilir miyiz?

E: Sistemimi merak eden insanlar Twitch ve Youtube kanalımdan bakabilirler. Yayın yapmayı düşünen arkadaşlarımız için tabiki de iyi bir sistem şart ancak oyun oynamak isteyen arkadaşlar için tek söyleyeceğim grafikleri boş verin çalıştırabileceğiniz tüm oyunları oynamaya çalışın ve oyun kültürünüze kültür katmaya bakın çünkü size esas lazım olacak şey o. Gerçek anlamda iyi bir oyun hayata bakışınızı bile değiştirebilir inanın.

G: Twitch üzerinden yayın yapmayı ya da Youtube için video çekmeyi düşünen arkadaşlarımız için bi önerin, tavsiyen var mıdır?

E: Öncelikle herkese sabır diliyorum çünkü zor bir kitleyle karşılaşacaklar sonrasında şans diliyorum. Başlarken benim pek şansım olmadı. Bir ekip kurarken yanlarına kendilerini satmayacak kişileri alsınlar. Canlı yayındaysa en az bir moderatör olabiliyorsa profesyonel web tasarımcı bir grafiker ve eğer kişi Youtuberlık yapıyorsa montaj programı kullanmayı bilen kişileri alsınlar ekiplerine. Böyle birkaç işi yapabilen minimum düzeyde bir ekip kursunlar işleri kolaylaşır. Yok ben kendim bazı şeyleri halletmek istiyorum derlerse öncelikle Adobe Premier Pro ya da Camtasia Studio kullanmayı öğrenmeleri gerek montajlar için ,  Thumbnail olayı için Adobe Photosop şart tabi ki de, Fraps ya da Shadow Play lazım birde oyun kayıdı için, Audacity ya da Adobe Audition gerekli ses kayıdı için de. Olayın canlı yayın boyutuna geçersek Xsplit ya da OBS programı gerekli öncelikle, konsoldan yayın yapıyorsa capture cihazı alıp onu kullanmayı öğrenmesi gerekli birde kişinin yani kısacası çok emek vermeleri gerek öğrenmek adına ama bu söylediklerimden kimse korkmasın çünkü yaptıklarının sonunda başarılı olduklarını hissedecekler. Az izlenmeleri vs onların başarısız olduğunu göstermez.

G: Twitch senin için bir iş mi yoksa daha çok hobi olarak görenlerden misin?

E: Hobi. Çünkü ben bundan para kazanma amaçlı bu işe girişmiş biri değilim. Bağış gelirse de yayının kalitesi için kullanırım. Ancak yayınlarımın devamlı olarak düzenli gelmesi de tabi ki biraz bağışlara bağlı oluyor.

G: Gelelim diğer seni sen yapan özelliklerine, hobilerine; En başta Müzik.. Müzik senin için nedir? Ve  müziğe olan ilgin nasıl başladı?

E:  Ben gözümü dünyaya açtığımda beni doğurtan Doktor doğumda Iron Maiden dinliyormuş. İşin komik tarafı doğum anında ise arkada Müslüm Gürses çalmaktaymış bana da Annem söylemişti. Bunun dışında Babam gençken Bateri çalıyormuş. Soft rock blues falan... Bende 7 yaşında Metallica konserine gidince gitar bana ben gitara bağlandık.18 yaşıma kadar çok ağır metal müzik dinlemekle birlikte çeşitli müzikler de dinledim. 16 yaşında müziğe başladım ve müziğe başlamamdaki en temel neden üretme isteğimdi. Bunu bi şekilde baskılayamıyordum ve böyle bir yol buldum . Merak ettim, üretebileceğime inandım kursa gitmedim çevremdekilerden bir kaç kez yardım aldım, sahne tecrübem oldu bol şekilde stüdyo tecrübem oldu oluyor da. 3-4 gitarım ve bolca pedalım ile müzik hayatım hala mevcut. Fakat eskiden sadece metal yaparken şimdilerde reggieden tut jazz, fusion, altertanif vs gibi her şeyi bir araya getirebilceğim indie işler yapmaya ve bunları da belli bir kompozisyon haline getirebileceğim işler yapmayı seviyorum. Ancak aramızda kalsın hala metal ve progresif işler yapmanın zevki bir farklı gelmekte.
 

G: Beraber çaldığın bir grubun var mı yoksa sanatını icra ederken tek başına kalmayı sevenlerden misin?

E: Öncelikle yaptığım şeyin sanat olduğunu düşünmüyorum çünkü sanat çok özel bir şey benimki hobi. Benimle müzik konusunda çok insan çalışıyor fakat genel olarak kendi başıma yapıyorum, kendim yazıyorum, çalıyorum ve kayıt alıyorum…

G: Elektro gitarı ilk eline aldığında kaç yaşındaydın?

E: 16

G: Müzik konusunda atmayı düşündüğün adımların var mı yoksa sadece çalıp rahatlamak mı amacın?

E: Yok.. Yani bir albüm yapacak olsam etrafımdaki belli başlı kişilere veririm dinlesinler diye :) onun haricinde atmayı düşündüğüm bir adım yok. Kendi kafamda takılıyorum tamamıyla benim kişisel hobim. Ama özel zamanlar oldu mu da sahneden kaçmam orası ayrı konu :).

G: Bildiğim kadarıyla sende fotoğraf çekme sevdalılarındansın.. Çekimlerini sürdürdüğün makinen hangisi? Genelde ne tarz ortamlarda fotoğraf çekimi yaparsın?

E: Tamamen dış çekim kullanıyorum çekimlerimde. Eğer bir model kullanacaksam insanlardan ziyade hayvanları yada objeleri kullanmayı tercih ederim. Birkaç tane makine kullanıyorum ve gelecek olan makinalar var. Şuan birkaç makine kullanıyorum ve yolda gelecek olanlar da var.   Instagramımdaki fotoğrafların bir kısmı 1986 model Zenit 12XP ile çekilen tamamen filtresiz fotoğraflar. Daha sonrasında fotoğrafları tab ettirip dijital ortama aktardıktan sonra çok küçük bir oynamalar yaptım. Ben hala analog çekim yapmayı seviyorum. Analog makinalara karşı özel bir hayranlığım var.. Vlog video çekimlerimi Canon SX600HS ile yapıyorum bunun dışında GoPro Hero 4 ve Canon 760D ise siparişleri verildi yolda gelmekte yakında elime ulaşır. Dijital çekimlerimi  Canon SX600HS ile yapmaktayım şu aralar ve tabi ki birde iPhone var :) bunların dışında birde FullHD bir Samsung video kameram mevcut.

G: Peki bu fotoğraf çekimlerin adına bir sergi açmayı düşündün mü hiç?

E: Var ama yakın tarihte değil. Web sitemde onunla ilgili projenin ilerleme durumunu görebilirler.

G: Birazda gelelim blog yazılarına;görsellikten ziyade söz uçar yazı kalır diyerekten yazılara da önem veriyorsun sanırım.. Blog yazılarının içeriği nedir? Orada ne üzerine yazıyorsun, oyun hakkında bilgilerin olduğu bir blog mu?

E: Orası da aynı Youtube kanalım kafasında ilerliyor. Yani yine aynı motto “Her an her şey olabilir”

G: Web Sitene baktığımızda Teknoloji ve Bilim ile ilgilendiğini görüyoruz. Bize biraz bilime olan ilginden de bahseder misin? Halihazırda yaptığın bir şey var mı yoksa sadece bilim ile ilgili olup okuyup bırakanlardan mısın?

E: Kimya bölümünde okuyorum ve Kimya benim için çok eğlenceli bir Bilimdir ve Bilimin de sonu gelmez. Ben her zaman yenilikleri seven bir insanım yani bir şeyin sonu gelmesi hoşuma gitmez ve bu yüzden bu kadar uğraşın arasında ben Kimyayı seçtim. Çünkü Kimyanın bir sonu yok aynı şekilde Biliminde sonu olmadığı için bilimsel araştırmalar yapmayı çok seviyorum. Bazı Hocalarımın bilgisi dahilinde patentini üzerime aldığım resmi bir proje mevcut. Benim için bilim Teknoloji ve Sanat birbirlerinden ayrılamayacak kadar özel. Onun için araştırmalar yaptığım kadar üzerinde çalıştığım projelerde mevcut.

G: Röportaj boyunca daha çok hobilerine yöneldik gibi… Biraz daha farklı yönlerine değinmek istiyorum ben yazının sonlarına yaklaşırken; Bunca şeyin haricinde çalıştığın işi merak etmedim değil.. Nerede çalışıyorsun?

E: En temelinde Apple firmasının iOS platformunda yazılım geliştiricilik yapıyordum ancak Google firmasından aldığım bir teklifle birkaç gün önce bir iş değişikliğim oldu şuanda çok farklı bir konu üzerinde çalışıyorum ancak bunu açıklamam şu an için malesef yasak :).

G: Okuduğun bölümle yaptığın işin aynı sayılmaz.. Seni yazılımcı olmaya iten şey neydi?

E:  Yazılımcı bir annenin çocuğu olduğum için beni o yola iten kişi de Annemdir

G: Nasıl ve tür proglamlamalar yapıyorsun?

E: Uygulama yapımıyla ilgileniyordum ancak dediğim gibi şuan çok farklı bir işle ve değişik 
programlama dilleriyle çalışıyorum.

G: App storeda geliştirilmesinde bulunduğun uygulamalar var mı?

E: Yok… iOS platformunda hali hazırda geliştirilmiş programların uyumluluğu konusunda çalışıyordum ben.

G: Peki iOS mi Android mi daha rahat sence?

E: Rahatlık açısından kesinlikle iOS her ne kadar Google'a geçsemde gerçekler ortada :) .

G: Yazılım kısmına yönelmek isteyenlere şuradan başlarsanız daha iyi olur dediğin neler var?

E: Kitap okuyarak başlasınlar. Algoritma geliştirme ve programcılık kitapları alıp okusunlar. İnternetteki bilgilerin arasından kirliyi temizi ancak öyle ayırabilirler. Bunu ilerletmek istiyorlarsa kesinlikle iyi bir firmadan sertifika alarak gerçek bir yazılımcı olmaya çalışmalarını tavsiye ederim. Eğer bunları yaparlarsa üniversite diploması olmadan da yazılımı olabilirler fakat yine de bu işi en iyi halde yapmanın yolu bunun eğitimini 4 yıllık bir bölümde almaktan geçer.

G: Yayın,iş, okul ve hobilerine koşuşturmak seni gün içerisinde yormuyor mu? Hepsine ayrı ayrı yetişmeye çalışırken parçalarına ayrılmıyor musun?

E: Daha önce de dediğim gibi Bilim Sanat ve Teknoloji birbirinden ayrılamaz. Beni ben yapan şeyler Bilim Sanat Teknoloji bunlar bir aradayken ben ben olabiliyorum. Sanat insanın ruhunu beslerken bilim zekasını  besler, bilimle beslenen ve sanatla doyurulan  bir ruh ve zeka birleşimi de yeni şeyler üretir ve o da teknolojik anlamda bizi besler. Bu bağlamda teknoloji ile alakalı yaptığım oyunlar aslında benim hobilerim ve bunlar benim hobilerim olduğu için pozitif etkenim oluyor. Hal böyle olunca bunlarda benim işimde ve okulumda daha bir motivasyonla çalışmamı sağlayıp bana başarı getiriyor. Dolasıyla beni yormuyor.

G: Kimya müzik yazılım yayıncılık vs. bunlar birbirinden bağımsız şeyler. Peki bunları ortak paydada toplayan şey nedir?

E: Bir Karganın deli saçması hepsi bu =)

G: Bu kadar şeyi bir arada yapıyor olmanı hırslı olman ile örtüştürebilir miyiz?

E: Hayat acımasız ve benden çok şey aldı. Şimdi benim hayattan alacaklarım var ve ben bunları peşin olarak tahsil ediyorum. Hırs, öfke, azim tek tek hiçbiri değil direkt olarak hepsi var. Birçok duygunun bütünü sonucunda bu kadar şeye girebiliyor insan. “Bunlar hırs mı?” diye soracak olursan eğer evet ama mutlu olmak için hırs yaptım bu kesinlikle atlanmaması gereken bir husus.

G: Noktayı koymadan önce bize birazda hayallerinden bahsedebilir misin? İleriki yıllar için hedeflerin nelerdir?

E: Şuanda üzerinde çalıştığım projeleri en iyi hale getirmeye çalışıcam bundan sonraki dönemde de. Bu bağlamda Bilimi Sanatı ve Teknolojinin hepsini bir arada kullanarak birşeyler yapmak insanalara birşeyler vermek, onlara birşeyler katmak istiyorum. Bu saatten sonrada  şuan kafamda oluşmuş olan ama açıklamadığım bazı projeler hala mevcut , elimde istediğim bir kitle oluşursa düşündüğüm gibi ilerleyen  dönemde farklı şeyler yapmayı hedefliyorum.

G: Son olarak okuyucuların seninle iletişime geçebileceği adresleri de söyleyebilir misin?

E:  Tabi;
Steam

G: Emreciğim sana en başta çok teşekkür etmekle birlikte değerli zamanından bana ayırıp soruları sıkılmadan cevapladığın için minnettar olduğumu belirtmek isterim...

E: .Asıl ben teşekkür ederim sesimi duyurmama yardımcı olduğun için ek olarak gerçekten bir şeyleri açıklayabildiysem ne mutlu bana :)

G: O halde tekrardan görüşmek üzere diyorum :)

E:  Beni takip etmek isteyenleri yayınlarıma Youtube kanalıma ve sosyal medya adreslerime beklerim. Görüşmek üzere diyorum bende  :)

Eveet arkadaşlar biz bu röportajın yapım aşamasında fazlasıyla eğlendik umarız sizde okurken keyif almışsınızdır  Gözünüze sağlık diyor

                               Musmutlu günler diliyorum ^.^
                                                                                                           Giz…





16 Eylül 2015 Çarşamba

Bulgaristan Güncesi

Yine turne yollarını arşınlayıp blogumun en güzel köşesine kurulmuş bulunuyorum. Biliyorsunuz ki 2 ay önce dans üzerine bir Romanya turnem olmuştu. Tabiki ilkler ayrı özeldir, o ilk yurt dışı deneyimimin damağımda ayrı bir tadı olacak hep...

"Acaba beni neler bekliyor" cümleleriyle yola çıktım yine. Ama içimde ufak bir burukluk vardı bu sefer. Güne daha önce arkadaşım sayesinde az çok tanıdığım birebir konuşma fırsatım olmasa da muhabbetlerine tanıklık ettiğim kişinin ölüm haberiyle başlamıştım güne. Saçma sapan bir kurşunun 21 yaşındaki gençliğini yaşayamamış bir bedene isabet edip, ruhunu ondan ayırdığını kabullenmek cidden zor...
Günüm o ruh haliyle bavul için son hazırlıkları yapmak kısacası hazırlanmakla geçti. Şöyle bir durum var ki seyahat için istediğiniz kadar bavul hazırlamış olun, istediğiniz kadar deneyiminiz olsun her defasına "Yahu ne koyacaktım bu bavula" demeden kendinizi alamıyorsunuz....
Bu sefer yolculuğa biraz erken çıkacaktık 22.30 gibi aracımız yavaştan hareket etmeye başlamıştı.. Tabi bende içten içe bir telaşe "Acaba oturacağım yer cam kenarı mı?. Uyuyabilecek miyim?..." diye. Romanya yolculuğunu hatırlıyorumda 14 saat uykusuzluk sonrası tabir yerindeyse içi hava doldurulmuş bir yüz ile inmiştim otobüsten. Ama sanırım bu sefer şanslı olan taraf bendim.Otobüste boş koltuk olduğundan yanımda oturan arkadaşım başka koltuğa geçti eh haliylen banada yayıla yayıla giderek yolculuğun tadını çıkartmak kaldı. İşin kötü yanı bu sefer festivale kadar dinlenme imkanımızın olmayacak olmasıydı. Yani efendime söyleyeyim 12-14 saat yolculuk sonrası taş çatlasa 2 bilemedin 3 saat dinlenip hoop gösteri yerine gidilecekti. İşte bu sebeptendir boş koltuğa kavuşunca altın bulmuşçasına sevinmelerim.
Daha önceki deneyimimizden yola çıkıp yolculuğa ayakkabı ile değilde sandalet giyerek çıkalım dedik. Lakin Balkanlar yine şakasını yapıp bizi o meşhur soğuk hava dalgasıyla tanıştırmaya hazırlanıyor muydu ne? Hazırlanıyordu...
Yolculuğumuzun gece olan kısmı kah kitap okuyarak kah mp3'lerimizden müzik dinleyip kısık seslerle konuşarak geçti. Yavaş yavaş günün ağarmasına doğru sınır kapısına gelip çatmıştık bile. Tabi söz konusu sınır kontrolü olunca aşağı inmemizle sabah ayazının da verdiği etkiyle o soğuk ile karşılaşıp yolculuktan dolayı oluşan o uyku mayhoşluğumuzdan pek eser kalmadı doğrusu...



Türkiye'den çıkış adımını attıktan sonra tekrar uyumaya çalışma günün iyice aydınlanmasıyla acıkan karınlarımızı doyurma telaşı aldı bizi Yolculuğun kalan zamanı ise festivale bizimle gelen koro ekibinin prova yapması ve benimde sanki o ekibe dahilmişçesine şarkılara eşilik etmem ile geçti...


...ve derken yaklaşık 14 saatin ardından festivalin olacağı ve konaklayacağımız yere yani Kubrat'a varmıştık. Oranın halkının bizi yüzlerinde gülümseme ve en içten sarılmalarıyla karşılayınca o yorgunluk bi anda uçup gidiverdi işte :)





























Daha fazla ayakta durmayalım diye konaklayacağımız evlere dağıldık. Eve vardığımızda yorgunluk ve üşümenin verdiği etkiyle büzülüp kaldık...
Bizi evini açan Hatice hala ise boş durmamış  geleceğimizi öğrenmesiyle Buşgaristan soğuğunu kapıp üşütmeyelim diye potin (çetik) örmüştü..


 Bol bol teşekkürün ardından ayaklarımızında ısınmasıyla azda olsacanlanabildik... Biraz muhabbet biraz yemek ve dinlenmenin ardından son 1-2 saat kala festival için ufak ufak hazırlanmakla geçti. Festival yerine fazla insan olmamasına üzülürken "2 tane düğün var normaldir" cümleleri biraz olsun içimizi rahatlatmıştı doğrusu.. Şansımıza tüm gün yağan yağmur yerini hafif serin bir yaz akşamına bırakmıştı. Yorgunluktan mıdır bilmem ama ilk defa bu kadar gergin sahnede olduğumu hatırlıyorum. Ama yinede sahnede olmak her defasında o yoğun alkış seline kapılıp gitmek, emeklerinin karşılığı en güzel şekilde ulaşmak paha biçilemez...
















   














Festival bizimle birlikte gelen koronun müzik şöleni ve onların ardından sanatçılar ve dansöz gösterisiyle devam etti...



Yorgunluğum el verdiğince o anın tadını çıkarmaya baktım. Hani hep derler ya Balkan insanı hamarattır diye cidden öyle biz her şeyden habersiz gösterinin kalan kısmını izlerken onlar boş durmamış bizim için kendi elleriyle çeşitli yemekler hazırlamışlardı. Gösteri yapılan yerin aşağı katına indik ekipçe ve bildiğiniz kendi çabalarının sonucu açığa çıkan bir açık büfe karşıladı bizi. Festival geç saatte sonlandı diye geceyi geç bitirecek değiliz tabii Romanya Turnesi boyunca sıraladığımız "Discoya gidelim.." muhabbetimizi Bulgaristan'da anca gerçekleştirip eğlencemize birde orada devam edelim dedik .Çok şükür kalitesiz apaçi müziklerindense  gayet hoş Bulgar müzikleri karşıladı bizi mekandan içeriye girerken. Lakin gece sonunda tabir yerindeyse evlere sürünerek gittik, yarın görüşmek üzere sözleşerek...

     Ertesi sabah evinde kaldığımız Hatice Hala'nın mis gibi böreğinin kokusu uyandırdı bizi. Uyuduğumuz sıralarda kendi boş durmamış bizim için güzelcene bir kahvaltı hazırlayıvermişti ^^
Kahvaltımızı edip "Kendinize dikkat edin cümleleri eşliğinde ve "Alın yanınızda bulunsunbirşeyler alırsınız kendinize" diyerek cepimize tıkıştırdığı cep harçlığıyla beraber evden etrafı gezebilmek için uzaklaştık...

Dipçe; Yoksa kimse size Balkan insanının misafirperverliğinden bahsetmedi mi ^.^

      Hani hep derler ya nerede çokluk.... diye bizimkide o hesap olmadı değil. Bu sefer halihazırda bi organizasyon olmadığından her kafadan "Bugün şuraya gidelim biz orayı görmedik" cümleleri yükseldi. 1 saatlik karmaşanın ardından gençlerin de gönlü yapılsın diye Pyce (Ruse) yani Rusçuk'a gitmeye karar verdik. Yol yine her zamanki gibi bol şenlikli şarkılı türkülü geçti. Sıkıldım desem büyük yaşan olur. Zaten otobüsteki "kafa dengi" olan kişiler hep ayrı ayrı yerlerde kaldığından ve ortak buluşma yerimizde bi yerden bi yere giderken kullandığımız otobüs olduğundan haliylen en çok eğlenilen yerde orası oluveriyor işte ^.^
















Yol  esnasında oranın halkından olan biri zaman zaman etraftaki yerleri tanıtarak bize rehberin yokluğunu hissettirmedi.. Yol esnasında birden "Bu geçtiğimiz yol boyunca savaş olmuş savaşın bittiği yere de bi toplu mezar yapmışlar..." diyerek etrafa daha dikkatli bakmamızı sağladı kendileri..


Bu bölgeye birde klise inşa etmişlerdi ve bu sefer o kliseye girme şansım oldu  bir güzel mum dikip dileğimi dileyip hatıra olarak mumundan aldığmı söyesem ayıp etmiş olma sanırım ^.^

Tutrakan'da mola vererek Rusçuk'a olan yolculuğumuza tadını çıkarta çıkarta devam ettik. Maalesef tarihi olan pek bir yer gördüğümü söyleyemeyeceğim. Rusçuka tam gelmeden önce Lodkite adlı bir cafeye  gittik ağaçların arasında kalmış kah bataklığının üzerine geçit yapılarak koyulmuş taşları kah ormanın içindeki piknik yeriyle görülmesi gereken bir yer. Hatta şöyle desem daha da ilginizi çeker ormanın içindeki piknik yerine adamlar wifiyi bile koymuşlar. Hal böyle olunca Romanyadaki "İnterneti bulunca muhabbeti kesme" olayı tekrardan yaşanmadı değil hani :D


Lodkite Piknik Alanı
Bataklık...







 ...Şimdi hakkını yemeyeyim Rusçuk da görülesi yerlerden :) Hani ola ki yolunuz düşerse bir viskili dondurmasının tadına bakın derim =)
(Yalnız dondurma toplarının boyutu biraz büyük olduğundan tüm gün elinizde gezdirmeniz gerekebilir ^.^)
PYCE
Hükümet Binası


Bu sefer gittiğim gördüğüm bir yerden magnetler haricinde kendime de bir şeyler almayı ihmal etmedim tabii..




Ah bu arada yurt dışında sokak sanatçısının eksik olmadığını da unutmamak gerek;

...denk gelmesem şaşırırdım açıkçası. Hatta bizim koro ekibindeki enstrüman çalan çocuklara "Siz çalın biz dans ekibi olarak dans edelim Bulgaristan'daki harçlığımızı çıkartırız diye söyleniyordum. Zaten içlerinden biri ciddii ciddi "Hadi" deseydi siz o zaman görün cümbüşü...
Daha önce orayı ziyaret edenler bize biraz ucundan buranın bir Müzesi olduğunu çıtlattı eh buralara kadar gelmişken gidip görelim dedim ama "Pazar günü" engeline takıldığımızdan kapalı kapılar ile karşılaşmamız bir oldu ne yazık ki. Bize yine oturup Tuna Nehrini Tuna nehrinin karşı tarafındaki Romanyayı izlemek kaldı.. En son bırakın beni ben yüzerek Romanya'ya giderim bırakın bıraksanıza... diye feryat ediyordum (içine içine konuştu..) Yol kenarındaki Baba(Ana) Tonkaya da selam vermeyi unutmadık tabii


Otobüsteki kişiler kendi aralarında  Romanya sınırına kadar gidip Bulgaristan'a dönüş yolunuz uzatacak olsalarda oralardan geçelim demişler.. Hadi dedik bu seferde biz çoğunluğa uyalım madem öyle.. Herşey biyere kadar iyi güzeldi de nereden bilelim pazar günü tırların oradan sürü halinde geçme ve kontrol günü olduğunu. Turist acemiliği cidden zor azizim...İlk 1 saat bende oturduğum yerde sakin sakin beklemiştim. Lakin Gizem bu rahat durur mu? Tabii ki de durmadım, hakaret sayarım. koltuk tepelerine tırmanmaktan tut elime muavin mikrofonunu alıp anons yapmalara, muavin koltuğundan aşağı ayaklarımı sarkıtıp otobüs yoğun trafikten durdu diye aşağı inip, tekrar otobüse binmek isteyenlerden 3-5leva haraç kesmeye kadar "gözümden" element uydurdum desem yeridir.En son kapısı açık olup yavaş yavaş ilerleyen otobüsten aşağı sarkıp sol elimi sallayarak "Yalova 1-2 Yalova, binmeyen kalmasın Yalova 1-2 1-2 1-2..." diye bağırıyordum. Bir ara cidden dayanamayıp aşağıya indim. Otobüsteyken muhabbet esnasında "Şopar ruhlu" olduğumu kapı gıcırtısına oynadığımdan bahsetmiştim. Muhabbete dahil olan Hakan "bende öyleyimdir" diyerek bana katılmıştı. Neyse efendim trafik sıkışıklığından sıkılıp otobüsten inip Hakan ile karşılaşmam bir oldu. Birden "Hadi gel şurada Roman Havası patlatalım" demesiyle benim "Oluuur" diye cevap vermem arasında en fazla milim saniye oynamıştır. Diyorum ya şopar ruhlu olmak başka bir dünya :D Eh iki kafa dengi birbirini bulunca  "O zaman DANS" demek de yerinde oldu... ve etraftaki tek bir kişiye dahi aldırmadan hem söyleyip hem ritim tutarak bir dans etmedir tutturduk.. Yalnız güzel oynadık diyerek otobüse su içmeye çıkmamızla içeriden "Gizeeeeem!" diye seslenmeleri bir oldu.

"Efendim?"

"Ünlü oldun..."

"Ne? Nasıl? NEDEN?"

"Siz hani orada dans ettiniz ya Hakanla bi adam sizi sürekli videoya aldı. Romanya'dan geliyormuş ve gazeteciymiş internete videolarını görürsen şaşırma"

...demesiyle ağzım bir karış açık bir halde Hakanın yanına doğru koştum.

"Hakaaaan senin kafanı kırcam :D"

"Noldu hayırdır?"

 "Az önce biz dans ederken bi adam bizim videomuzu çekmiş gazeteciymiş, internette videolarımız döncek bak" diye devam ederken Hakan halinden memnun eline bendiri almış ritim tutarak söylediği şarkıya tekrardan kendini kaptırmıştı bile...

(Ah keşke o çekilen videoyu birde ben görebilseydim... Umarım beklemediğim bir anda karşıma çıkar ^.^)

Hakanla benim ortalığı ısıtmamla iyice canlanan ortama otobüsteki herkesin eşlik katılmasıyla ortalık iyice cümbüş yeri oluverdi. En dairenin ortasında sazı çalan Onur, bendiri çalan Onurcan'ında bize katılınca Romanya sınırının ortasında kalabalığa aldırmadan kah halay çektik kah çiftetelli, bulgar dansları derken fazlasıyla eğlendik, iyi de ettik. Etraftakilerde ne olduğunu anlayamamış meraklı gözler ile hem bizi izleyip bir yandan da telefonlarıyla videoya çekmeye çalışıyorlardı. Gelgelelim o güzel andan bize kalan bir video hatta fotoğraf bile yok.. Dans konusunda başı çekiyor olmasam an an hepsini fotoğraflar videoya bile çekerdim de işte.. Heryere yetişememek cidden kötü biri...
Bu konu üzerine hatta buna benzer bir çok konu üzerine tek bir korkum var; İleride hafızamı kaybedecek olursam bunları hatırlayamamak...O kadar trafik sıkışıklığının ardından eve geldiğimizde  saat 23.00 oluvermişti. Tabi o gece eğlenmeye gitmek de ayrı yalan oldu...

Gece eve girmemizle gelmemizi beklemiş olan Hatice Hala kapıya doğru hızlı adımlarla gelip bizi yine karşılamıştı.. Oradaki son gecemiz olduğundan yataklarımıza gitmek yerine oturup muhabbet etmek daha cazip geldi haliylen. Çünkü oradaki yoğun tempomuzdan dolayı kadına pek bi vakit ayıramamıştık...

Ertesi sabah yolculuk vakti gelip çattığında Hatice Hala ve kardeşi Rahime Hala "yine" boş durmamış bizim içi yolluk hazırlamışlardı. İnsan ilk defa tanıştığı birilerinin kendisi için böyle şeyler yaptığını görünce cidden mutlu oluyor...
Son zamanlarımızı da kahvaltı bavul toplama ve yolculuk vakti gelene kadar hoş bir muhabbeti devam ettirmek ile geçti.
...ve vedalaşma vakti gelip çatmıştı.. Oldum olası sevmem ki vedalaşmaları ben  döner arkamı giderim hep.. Çünkü vedalaşmalar hiç gelmeyi düşünmeyenler için, gelmeyecekler içindir...
Ama işte el mahkum gidilen yer bu denli uzak olunca sana uzanan kolları da geri çeviremiyorsun...

Hani hep derler ya Balkan insanı sıcak kanlıdır diye, sıcak kanlıdan da öte candır can.. O balkanların soğuğuna rağmen içimizi yüreğimizi öyle bir ısıttılar ki bedensen üşüme yanında hiç kaldı...

Bizi çok güzel ağırlamayı bırak cebimize harçlığa yolulukta karnımız acıkır aç kalmayalım diye yolluğa varana kadar verdiler. Hepsi birbirinden güzel sıcak kalpli insanlar...

"Umarım tekrardan bir yerde yeniden karşılaşırım" denilecek türden insanlar...

Dönüş yolu kauflanda uğrayı alışveriş telaşına düşmekle geçti.. Ev sahipliği yapanlar yanımıza erzak verse de biz yine ehlince alışveriş merkezini bi gezelim dedik,


Ah unutmadan neredeyse arada kaynayıp gidiyordum.. Utku diye bir arkadaşımın aldığı aromalı votkadan aramak üzere tek başıma içki reyonunun yolunu tutturduğum sırada Bulgarca yazan yazıları çözememiş orada Türkçe konuşan birini bulup neli olduğunu sormamla oradan birinin gelip benimle konuşmaya çalışması bir oldu..

"Merhaba buraya ne için gelmiştiniz?"
"Turnem vardı..."
"Alman mısınız?"

(BEN? ALMAN?...!!!)

"Hayır Türküm..." dedim ve saçma muhabbete son vermek için gidiş yoluna doğru döndüm.. Ama adam durur mu takıldı peşime

"Şey bakar mısınız?, Bir şey soracaktım da..."

"Buyrun..? "

"Evli misiniz?"

(ZÖNK)

"Hayır değilim.."

"Peki o halde, facebook falan var mı"

"Yok öyle şeyler kullanmıyorum (yersen), iyi günler..." dedim ve ne dediğini dinlemeden bizimkilerin yanına koştum. Hani derler ya sürüden ayrılanı kurt kapar diye işte benimkisi de o hesap oldu...Sonrası yolculuk uyuma uyanma vapur derken sabahın 4ünde evime girip güzel bi duşla beraber yatağı boyladım ^.^

İşte sevgili okurlar acısıyla bir turnem de böyle geçti... Ne diyorduk?
                   
                                                   "O zaman DANS!"
                                           
                                                         "RENK!..."


           
                                                                                Giz...

11 Eylül 2015 Cuma

Ya sonra...

Hayat denilen şey gözlerimizi açtığımız anda gördüğümüz aydınlıktan daha fazlası oldu çoğu zaman.
Sadece doğduğumuz anda "gün yüzü" gördük belkide...
Gördüğümüz ilk ışık hüzmesinin aydınlığı kör etti gözlerimizi.
Sonrası karanlık, sonrası aydınlıktan doğan karanlık...
Hep bir umutla çabaladık yine tünelin ucundaki ışığa ulaşabilmek için 
Sonrası hayat, sonrası aydınlık...

                                                                              Giz...