16 Eylül 2015 Çarşamba

Bulgaristan Güncesi

Yine turne yollarını arşınlayıp blogumun en güzel köşesine kurulmuş bulunuyorum. Biliyorsunuz ki 2 ay önce dans üzerine bir Romanya turnem olmuştu. Tabiki ilkler ayrı özeldir, o ilk yurt dışı deneyimimin damağımda ayrı bir tadı olacak hep...

"Acaba beni neler bekliyor" cümleleriyle yola çıktım yine. Ama içimde ufak bir burukluk vardı bu sefer. Güne daha önce arkadaşım sayesinde az çok tanıdığım birebir konuşma fırsatım olmasa da muhabbetlerine tanıklık ettiğim kişinin ölüm haberiyle başlamıştım güne. Saçma sapan bir kurşunun 21 yaşındaki gençliğini yaşayamamış bir bedene isabet edip, ruhunu ondan ayırdığını kabullenmek cidden zor...
Günüm o ruh haliyle bavul için son hazırlıkları yapmak kısacası hazırlanmakla geçti. Şöyle bir durum var ki seyahat için istediğiniz kadar bavul hazırlamış olun, istediğiniz kadar deneyiminiz olsun her defasına "Yahu ne koyacaktım bu bavula" demeden kendinizi alamıyorsunuz....
Bu sefer yolculuğa biraz erken çıkacaktık 22.30 gibi aracımız yavaştan hareket etmeye başlamıştı.. Tabi bende içten içe bir telaşe "Acaba oturacağım yer cam kenarı mı?. Uyuyabilecek miyim?..." diye. Romanya yolculuğunu hatırlıyorumda 14 saat uykusuzluk sonrası tabir yerindeyse içi hava doldurulmuş bir yüz ile inmiştim otobüsten. Ama sanırım bu sefer şanslı olan taraf bendim.Otobüste boş koltuk olduğundan yanımda oturan arkadaşım başka koltuğa geçti eh haliylen banada yayıla yayıla giderek yolculuğun tadını çıkartmak kaldı. İşin kötü yanı bu sefer festivale kadar dinlenme imkanımızın olmayacak olmasıydı. Yani efendime söyleyeyim 12-14 saat yolculuk sonrası taş çatlasa 2 bilemedin 3 saat dinlenip hoop gösteri yerine gidilecekti. İşte bu sebeptendir boş koltuğa kavuşunca altın bulmuşçasına sevinmelerim.
Daha önceki deneyimimizden yola çıkıp yolculuğa ayakkabı ile değilde sandalet giyerek çıkalım dedik. Lakin Balkanlar yine şakasını yapıp bizi o meşhur soğuk hava dalgasıyla tanıştırmaya hazırlanıyor muydu ne? Hazırlanıyordu...
Yolculuğumuzun gece olan kısmı kah kitap okuyarak kah mp3'lerimizden müzik dinleyip kısık seslerle konuşarak geçti. Yavaş yavaş günün ağarmasına doğru sınır kapısına gelip çatmıştık bile. Tabi söz konusu sınır kontrolü olunca aşağı inmemizle sabah ayazının da verdiği etkiyle o soğuk ile karşılaşıp yolculuktan dolayı oluşan o uyku mayhoşluğumuzdan pek eser kalmadı doğrusu...



Türkiye'den çıkış adımını attıktan sonra tekrar uyumaya çalışma günün iyice aydınlanmasıyla acıkan karınlarımızı doyurma telaşı aldı bizi Yolculuğun kalan zamanı ise festivale bizimle gelen koro ekibinin prova yapması ve benimde sanki o ekibe dahilmişçesine şarkılara eşilik etmem ile geçti...


...ve derken yaklaşık 14 saatin ardından festivalin olacağı ve konaklayacağımız yere yani Kubrat'a varmıştık. Oranın halkının bizi yüzlerinde gülümseme ve en içten sarılmalarıyla karşılayınca o yorgunluk bi anda uçup gidiverdi işte :)





























Daha fazla ayakta durmayalım diye konaklayacağımız evlere dağıldık. Eve vardığımızda yorgunluk ve üşümenin verdiği etkiyle büzülüp kaldık...
Bizi evini açan Hatice hala ise boş durmamış  geleceğimizi öğrenmesiyle Buşgaristan soğuğunu kapıp üşütmeyelim diye potin (çetik) örmüştü..


 Bol bol teşekkürün ardından ayaklarımızında ısınmasıyla azda olsacanlanabildik... Biraz muhabbet biraz yemek ve dinlenmenin ardından son 1-2 saat kala festival için ufak ufak hazırlanmakla geçti. Festival yerine fazla insan olmamasına üzülürken "2 tane düğün var normaldir" cümleleri biraz olsun içimizi rahatlatmıştı doğrusu.. Şansımıza tüm gün yağan yağmur yerini hafif serin bir yaz akşamına bırakmıştı. Yorgunluktan mıdır bilmem ama ilk defa bu kadar gergin sahnede olduğumu hatırlıyorum. Ama yinede sahnede olmak her defasında o yoğun alkış seline kapılıp gitmek, emeklerinin karşılığı en güzel şekilde ulaşmak paha biçilemez...
















   














Festival bizimle birlikte gelen koronun müzik şöleni ve onların ardından sanatçılar ve dansöz gösterisiyle devam etti...



Yorgunluğum el verdiğince o anın tadını çıkarmaya baktım. Hani hep derler ya Balkan insanı hamarattır diye cidden öyle biz her şeyden habersiz gösterinin kalan kısmını izlerken onlar boş durmamış bizim için kendi elleriyle çeşitli yemekler hazırlamışlardı. Gösteri yapılan yerin aşağı katına indik ekipçe ve bildiğiniz kendi çabalarının sonucu açığa çıkan bir açık büfe karşıladı bizi. Festival geç saatte sonlandı diye geceyi geç bitirecek değiliz tabii Romanya Turnesi boyunca sıraladığımız "Discoya gidelim.." muhabbetimizi Bulgaristan'da anca gerçekleştirip eğlencemize birde orada devam edelim dedik .Çok şükür kalitesiz apaçi müziklerindense  gayet hoş Bulgar müzikleri karşıladı bizi mekandan içeriye girerken. Lakin gece sonunda tabir yerindeyse evlere sürünerek gittik, yarın görüşmek üzere sözleşerek...

     Ertesi sabah evinde kaldığımız Hatice Hala'nın mis gibi böreğinin kokusu uyandırdı bizi. Uyuduğumuz sıralarda kendi boş durmamış bizim için güzelcene bir kahvaltı hazırlayıvermişti ^^
Kahvaltımızı edip "Kendinize dikkat edin cümleleri eşliğinde ve "Alın yanınızda bulunsunbirşeyler alırsınız kendinize" diyerek cepimize tıkıştırdığı cep harçlığıyla beraber evden etrafı gezebilmek için uzaklaştık...

Dipçe; Yoksa kimse size Balkan insanının misafirperverliğinden bahsetmedi mi ^.^

      Hani hep derler ya nerede çokluk.... diye bizimkide o hesap olmadı değil. Bu sefer halihazırda bi organizasyon olmadığından her kafadan "Bugün şuraya gidelim biz orayı görmedik" cümleleri yükseldi. 1 saatlik karmaşanın ardından gençlerin de gönlü yapılsın diye Pyce (Ruse) yani Rusçuk'a gitmeye karar verdik. Yol yine her zamanki gibi bol şenlikli şarkılı türkülü geçti. Sıkıldım desem büyük yaşan olur. Zaten otobüsteki "kafa dengi" olan kişiler hep ayrı ayrı yerlerde kaldığından ve ortak buluşma yerimizde bi yerden bi yere giderken kullandığımız otobüs olduğundan haliylen en çok eğlenilen yerde orası oluveriyor işte ^.^
















Yol  esnasında oranın halkından olan biri zaman zaman etraftaki yerleri tanıtarak bize rehberin yokluğunu hissettirmedi.. Yol esnasında birden "Bu geçtiğimiz yol boyunca savaş olmuş savaşın bittiği yere de bi toplu mezar yapmışlar..." diyerek etrafa daha dikkatli bakmamızı sağladı kendileri..


Bu bölgeye birde klise inşa etmişlerdi ve bu sefer o kliseye girme şansım oldu  bir güzel mum dikip dileğimi dileyip hatıra olarak mumundan aldığmı söyesem ayıp etmiş olma sanırım ^.^

Tutrakan'da mola vererek Rusçuk'a olan yolculuğumuza tadını çıkarta çıkarta devam ettik. Maalesef tarihi olan pek bir yer gördüğümü söyleyemeyeceğim. Rusçuka tam gelmeden önce Lodkite adlı bir cafeye  gittik ağaçların arasında kalmış kah bataklığının üzerine geçit yapılarak koyulmuş taşları kah ormanın içindeki piknik yeriyle görülmesi gereken bir yer. Hatta şöyle desem daha da ilginizi çeker ormanın içindeki piknik yerine adamlar wifiyi bile koymuşlar. Hal böyle olunca Romanyadaki "İnterneti bulunca muhabbeti kesme" olayı tekrardan yaşanmadı değil hani :D


Lodkite Piknik Alanı
Bataklık...







 ...Şimdi hakkını yemeyeyim Rusçuk da görülesi yerlerden :) Hani ola ki yolunuz düşerse bir viskili dondurmasının tadına bakın derim =)
(Yalnız dondurma toplarının boyutu biraz büyük olduğundan tüm gün elinizde gezdirmeniz gerekebilir ^.^)
PYCE
Hükümet Binası


Bu sefer gittiğim gördüğüm bir yerden magnetler haricinde kendime de bir şeyler almayı ihmal etmedim tabii..




Ah bu arada yurt dışında sokak sanatçısının eksik olmadığını da unutmamak gerek;

...denk gelmesem şaşırırdım açıkçası. Hatta bizim koro ekibindeki enstrüman çalan çocuklara "Siz çalın biz dans ekibi olarak dans edelim Bulgaristan'daki harçlığımızı çıkartırız diye söyleniyordum. Zaten içlerinden biri ciddii ciddi "Hadi" deseydi siz o zaman görün cümbüşü...
Daha önce orayı ziyaret edenler bize biraz ucundan buranın bir Müzesi olduğunu çıtlattı eh buralara kadar gelmişken gidip görelim dedim ama "Pazar günü" engeline takıldığımızdan kapalı kapılar ile karşılaşmamız bir oldu ne yazık ki. Bize yine oturup Tuna Nehrini Tuna nehrinin karşı tarafındaki Romanyayı izlemek kaldı.. En son bırakın beni ben yüzerek Romanya'ya giderim bırakın bıraksanıza... diye feryat ediyordum (içine içine konuştu..) Yol kenarındaki Baba(Ana) Tonkaya da selam vermeyi unutmadık tabii


Otobüsteki kişiler kendi aralarında  Romanya sınırına kadar gidip Bulgaristan'a dönüş yolunuz uzatacak olsalarda oralardan geçelim demişler.. Hadi dedik bu seferde biz çoğunluğa uyalım madem öyle.. Herşey biyere kadar iyi güzeldi de nereden bilelim pazar günü tırların oradan sürü halinde geçme ve kontrol günü olduğunu. Turist acemiliği cidden zor azizim...İlk 1 saat bende oturduğum yerde sakin sakin beklemiştim. Lakin Gizem bu rahat durur mu? Tabii ki de durmadım, hakaret sayarım. koltuk tepelerine tırmanmaktan tut elime muavin mikrofonunu alıp anons yapmalara, muavin koltuğundan aşağı ayaklarımı sarkıtıp otobüs yoğun trafikten durdu diye aşağı inip, tekrar otobüse binmek isteyenlerden 3-5leva haraç kesmeye kadar "gözümden" element uydurdum desem yeridir.En son kapısı açık olup yavaş yavaş ilerleyen otobüsten aşağı sarkıp sol elimi sallayarak "Yalova 1-2 Yalova, binmeyen kalmasın Yalova 1-2 1-2 1-2..." diye bağırıyordum. Bir ara cidden dayanamayıp aşağıya indim. Otobüsteyken muhabbet esnasında "Şopar ruhlu" olduğumu kapı gıcırtısına oynadığımdan bahsetmiştim. Muhabbete dahil olan Hakan "bende öyleyimdir" diyerek bana katılmıştı. Neyse efendim trafik sıkışıklığından sıkılıp otobüsten inip Hakan ile karşılaşmam bir oldu. Birden "Hadi gel şurada Roman Havası patlatalım" demesiyle benim "Oluuur" diye cevap vermem arasında en fazla milim saniye oynamıştır. Diyorum ya şopar ruhlu olmak başka bir dünya :D Eh iki kafa dengi birbirini bulunca  "O zaman DANS" demek de yerinde oldu... ve etraftaki tek bir kişiye dahi aldırmadan hem söyleyip hem ritim tutarak bir dans etmedir tutturduk.. Yalnız güzel oynadık diyerek otobüse su içmeye çıkmamızla içeriden "Gizeeeeem!" diye seslenmeleri bir oldu.

"Efendim?"

"Ünlü oldun..."

"Ne? Nasıl? NEDEN?"

"Siz hani orada dans ettiniz ya Hakanla bi adam sizi sürekli videoya aldı. Romanya'dan geliyormuş ve gazeteciymiş internete videolarını görürsen şaşırma"

...demesiyle ağzım bir karış açık bir halde Hakanın yanına doğru koştum.

"Hakaaaan senin kafanı kırcam :D"

"Noldu hayırdır?"

 "Az önce biz dans ederken bi adam bizim videomuzu çekmiş gazeteciymiş, internette videolarımız döncek bak" diye devam ederken Hakan halinden memnun eline bendiri almış ritim tutarak söylediği şarkıya tekrardan kendini kaptırmıştı bile...

(Ah keşke o çekilen videoyu birde ben görebilseydim... Umarım beklemediğim bir anda karşıma çıkar ^.^)

Hakanla benim ortalığı ısıtmamla iyice canlanan ortama otobüsteki herkesin eşlik katılmasıyla ortalık iyice cümbüş yeri oluverdi. En dairenin ortasında sazı çalan Onur, bendiri çalan Onurcan'ında bize katılınca Romanya sınırının ortasında kalabalığa aldırmadan kah halay çektik kah çiftetelli, bulgar dansları derken fazlasıyla eğlendik, iyi de ettik. Etraftakilerde ne olduğunu anlayamamış meraklı gözler ile hem bizi izleyip bir yandan da telefonlarıyla videoya çekmeye çalışıyorlardı. Gelgelelim o güzel andan bize kalan bir video hatta fotoğraf bile yok.. Dans konusunda başı çekiyor olmasam an an hepsini fotoğraflar videoya bile çekerdim de işte.. Heryere yetişememek cidden kötü biri...
Bu konu üzerine hatta buna benzer bir çok konu üzerine tek bir korkum var; İleride hafızamı kaybedecek olursam bunları hatırlayamamak...O kadar trafik sıkışıklığının ardından eve geldiğimizde  saat 23.00 oluvermişti. Tabi o gece eğlenmeye gitmek de ayrı yalan oldu...

Gece eve girmemizle gelmemizi beklemiş olan Hatice Hala kapıya doğru hızlı adımlarla gelip bizi yine karşılamıştı.. Oradaki son gecemiz olduğundan yataklarımıza gitmek yerine oturup muhabbet etmek daha cazip geldi haliylen. Çünkü oradaki yoğun tempomuzdan dolayı kadına pek bi vakit ayıramamıştık...

Ertesi sabah yolculuk vakti gelip çattığında Hatice Hala ve kardeşi Rahime Hala "yine" boş durmamış bizim içi yolluk hazırlamışlardı. İnsan ilk defa tanıştığı birilerinin kendisi için böyle şeyler yaptığını görünce cidden mutlu oluyor...
Son zamanlarımızı da kahvaltı bavul toplama ve yolculuk vakti gelene kadar hoş bir muhabbeti devam ettirmek ile geçti.
...ve vedalaşma vakti gelip çatmıştı.. Oldum olası sevmem ki vedalaşmaları ben  döner arkamı giderim hep.. Çünkü vedalaşmalar hiç gelmeyi düşünmeyenler için, gelmeyecekler içindir...
Ama işte el mahkum gidilen yer bu denli uzak olunca sana uzanan kolları da geri çeviremiyorsun...

Hani hep derler ya Balkan insanı sıcak kanlıdır diye, sıcak kanlıdan da öte candır can.. O balkanların soğuğuna rağmen içimizi yüreğimizi öyle bir ısıttılar ki bedensen üşüme yanında hiç kaldı...

Bizi çok güzel ağırlamayı bırak cebimize harçlığa yolulukta karnımız acıkır aç kalmayalım diye yolluğa varana kadar verdiler. Hepsi birbirinden güzel sıcak kalpli insanlar...

"Umarım tekrardan bir yerde yeniden karşılaşırım" denilecek türden insanlar...

Dönüş yolu kauflanda uğrayı alışveriş telaşına düşmekle geçti.. Ev sahipliği yapanlar yanımıza erzak verse de biz yine ehlince alışveriş merkezini bi gezelim dedik,


Ah unutmadan neredeyse arada kaynayıp gidiyordum.. Utku diye bir arkadaşımın aldığı aromalı votkadan aramak üzere tek başıma içki reyonunun yolunu tutturduğum sırada Bulgarca yazan yazıları çözememiş orada Türkçe konuşan birini bulup neli olduğunu sormamla oradan birinin gelip benimle konuşmaya çalışması bir oldu..

"Merhaba buraya ne için gelmiştiniz?"
"Turnem vardı..."
"Alman mısınız?"

(BEN? ALMAN?...!!!)

"Hayır Türküm..." dedim ve saçma muhabbete son vermek için gidiş yoluna doğru döndüm.. Ama adam durur mu takıldı peşime

"Şey bakar mısınız?, Bir şey soracaktım da..."

"Buyrun..? "

"Evli misiniz?"

(ZÖNK)

"Hayır değilim.."

"Peki o halde, facebook falan var mı"

"Yok öyle şeyler kullanmıyorum (yersen), iyi günler..." dedim ve ne dediğini dinlemeden bizimkilerin yanına koştum. Hani derler ya sürüden ayrılanı kurt kapar diye işte benimkisi de o hesap oldu...Sonrası yolculuk uyuma uyanma vapur derken sabahın 4ünde evime girip güzel bi duşla beraber yatağı boyladım ^.^

İşte sevgili okurlar acısıyla bir turnem de böyle geçti... Ne diyorduk?
                   
                                                   "O zaman DANS!"
                                           
                                                         "RENK!..."


           
                                                                                Giz...

11 Eylül 2015 Cuma

Ya sonra...

Hayat denilen şey gözlerimizi açtığımız anda gördüğümüz aydınlıktan daha fazlası oldu çoğu zaman.
Sadece doğduğumuz anda "gün yüzü" gördük belkide...
Gördüğümüz ilk ışık hüzmesinin aydınlığı kör etti gözlerimizi.
Sonrası karanlık, sonrası aydınlıktan doğan karanlık...
Hep bir umutla çabaladık yine tünelin ucundaki ışığa ulaşabilmek için 
Sonrası hayat, sonrası aydınlık...

                                                                              Giz...